Kredi darboğazı Türkiye ekonomisini sarsıyor: 2025’te tarihi düşüş

Türkiye ekonomisinin temel dinamiklerinden biri olan kredi hacmi, ekonomik büyüme ile doğrudan bağlantılı bir gösterge olarak dikkat çekiyor. Özellikle özel sektör yatırımları, hanehalkı tüketimi ve üretim faaliyetlerinin sürdürülebilirliği açısından kredi kullanımı hayati önem taşıyor.

Kredi darboğazı Türkiye ekonomisini sarsıyor: 2025’te tarihi düşüş

Ancak son yıllarda Türkiye’de kredi kullanımının milli gelire (GSYH) oranı üzerinden hesaplanan “kredi açığı” verileri, ekonominin önemli bir dar boğaza girdiğini ortaya koyuyor. Verilere göre, son 28 yıldır benzeri görülmemiş bir kredi sıkışıklığı ile karşı karşıyayız.

Kredi darboğazı tarihinin en sert dönemi

Kredi Açığı Nedir ve Neden Önemlidir?

Kredi açığı, bir ekonomideki kredi kullanımının tarihsel ortalamalara kıyasla mevcut durumda ne kadar düşük ya da yüksek olduğunu gösteren bir göstergedir.

Bu gösterge, kredi hacminin GSYH’ye oranı esas alınarak hesaplanır. Merkez Bankası (TCMB) tarafından izlenen bu oran, hem finansal istikrarın hem de reel ekonominin sağlığı açısından kritik bir öneme sahiptir.

Kredi hacmindeki daralma veya genişleme, ekonomi politikaları üzerinde doğrudan etkili olurken, aynı zamanda yatırımcı güveni ve büyüme beklentileri üzerinde de belirleyici görev alır.

Kredi darboğazı tarihinin en sert dönemi

İki Dönem Arasındaki Çarpıcı Fark

Türkiye’de 2014 ile 2021 yılları arasında kredi hacminin GSYH’ye oranı ortalama %64,95 seviyelerinde seyrediyordu.

Bu dönem, özellikle düşük faiz politikalarının uygulandığı ve krediye erişimin görece kolay olduğu bir zaman aralığını temsil ediyor.

Hanehalkı ve reel sektörün krediye erişimi nispeten rahattı ve kredi kanalları ekonominin çarklarını döndürmeye katkı sağlıyordu.

Ancak 2022’den itibaren başlayan yeni dönemde bu oran dramatik şekilde gerilemeye başladı. 2022 – 2025 yılları arasındaki ortalamaya bakıldığında, kredi/GDP oranı yaklaşık %42 seviyesine kadar düştü.

Bu, önceki döneme göre tam 22,8 puanlık bir düşüş anlamına geliyor. Kredi hacmindeki bu daralma, sadece rakamsal bir düşüş değil; aynı zamanda ekonomik faaliyetlerin yavaşladığına, özel sektörün finansmana erişimde zorlandığına ve yatırım iştahının azaldığına işaret ediyor.

Kredi darboğazı tarihinin en sert dönemi

Tarihsel Perspektiften Bakıldığında Olağanüstü Bir Durum

Merkez Bankası’nın uzun yıllara dayalı veri seti incelendiğinde, son 28 yıl içinde kredi/GDP oranında bu kadar büyük bir düşüşe hiç rastlanmadığı görülüyor.

Yani mevcut tablo, yakın geçmişin değil, neredeyse son üç on yılın en sıra dışı kredi daralması olarak kayıtlara geçiyor.

Bu durum, hem ekonomi politikalarının etkilerini hem de makroekonomik dengesizlikleri analiz etmek açısından dikkatle değerlendirilmesi gereken bir sinyal.

Kredi açığı, bu bağlamda sadece bir teknik gösterge değil; aynı zamanda ekonomideki daralmanın ya da genişlemenin bir aynası olarak işlev görüyor.

Türkiye’de kredi büyümesinin GSYH’ye göre bu kadar zayıf kalması, reel sektörün yeni yatırım yapma kapasitesini zayıflatıyor. Bu da büyüme, istihdam ve verimlilik gibi alanlarda kalıcı olumsuzluklar yaratma riski taşıyor.

Kredi darboğazı tarihinin en sert dönemi

Kredi Sıkışıklığının Temel Nedenleri

Bu tarihi kredi daralmasının arkasında bir dizi makroekonomik ve yapısal neden yer alıyor. Öncelikle, son yıllarda uygulanan sıkı para politikaları ve yüksek faiz ortamı, bankaların kredi verme iştahını sınırlarken, borçlanma maliyetlerini de önemli ölçüde artırdı.

Özellikle ticari kredilerde faiz oranlarının %50’leri aşması, işletmelerin yatırım ve üretim finansmanında ciddi kısıtlar yaşamasına neden oldu.

Ayrıca, bankacılık sektörünün artan risk algısı, kredi talebine karşı daha temkinli davranmasına yol açtı. Ekonomideki belirsizlikler, yüksek enflasyon ortamı ve kur oynaklığı gibi unsurlar da hem kredi talebini hem de kredi arzını baskıladı. Ekonomik büyümeyi desteklemesi beklenen kredi kanalları tıkanma noktasına geldi.

Kredi darboğazı tarihinin en sert dönemi

Kredi Daralmasının Olası Etkileri

Bu denli büyük bir kredi daralması, ekonomik dengeler açısından birçok riski de beraberinde getiriyor. Öncelikle özel sektörün finansmana erişimi zorlaştıkça, yatırımlar erteleniyor ya da iptal ediliyor.

Bu durum, hem kısa vadeli ekonomik büyümeyi baskılıyor hem de uzun vadede potansiyel büyüme hızını düşürüyor.

İstihdam yaratma kapasitesi sınırlanan işletmeler, üretim ve ihracatta da yeterli esnekliği sağlayamıyor. Özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ’ler), krediye erişimde yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle ayakta kalmakta zorlanabiliyor.

Tüketici tarafında da benzer bir tablo söz konusu. Hanehalkı, yüksek faizli bireysel kredilerden uzak duruyor ve tüketim harcamalarında daha temkinli davranıyor. Bu da iç talebin daralmasına yol açarak ekonomik yavaşlamayı derinleştiriyor.

Politika Yapıcılar İçin Uyarı Niteliğinde

Kredi açığındaki bu sert daralma, ekonomi yönetimi için önemli bir uyarı niteliği taşıyor. Para politikalarının sadece fiyat istikrarını değil, aynı zamanda finansal istikrarı ve büyüme dinamiklerini de gözetmesi gerekiyor.

Kredi kanalındaki bu sıkışıklığın uzun süre devam etmesi halinde, ekonominin toparlanma süreci daha da zorlaşabilir.

Bu noktada, kredi politikalarının daha dengeli bir zemine oturtulması, bankacılık sistemine güvenin artırılması ve özellikle üretken sektörlere yönelik selektif kredi desteklerinin devreye alınması büyük önem taşıyor.

Acil Önlem Gerektiren Bir Durum

Türkiye ekonomisinin kredi/GDP oranında yaşadığı bu sert düşüş, sadece teknik bir istatistikten ibaret değil.

Aynı zamanda ekonomik aktivitenin daraldığını, üretim ve tüketimin ivme kaybettiğini, yatırım iştahının zayıfladığını ve finansal istikrarın tehdit altında olduğunu gösteriyor.

2014 – 2021 dönemindeki ortalama seviyelerle kıyaslandığında, bugünkü seviye tarihi bir düşüşü temsil ediyor.

Bu nedenle, kredi açığını kapatmaya yönelik kapsamlı ve dengeli ekonomi politikalarına ihtiyaç duyuluyor. Aksi halde, kredi darboğazı Türkiye ekonomisinin geleceğini daha da riskli hale getirebilir.

Türkiye ekonomisinde kredi kullanımı ve Gayri Safi Yurtiçi Hasıla (GSYH) oranları, finansal sağlığın ve ekonomik büyüme dinamiklerinin önemli göstergelerinden biri olarak kabul edilir.

Merkez Bankası’nın (MB) yayımladığı “Kredi – GSYH Açığı” verisi, kredi darboğazının mevcut durumunu net biçimde ortaya koyuyor.

MB’nin grafiğinde en güncel veri, 2023 yılının ilk çeyreğini kapsıyor. Ancak, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) verileri, 2024 ve 2025 yıllarında da kredi sıkışıklığının derinleşerek devam ettiğine işaret ediyor.

Kredi Kullanımında Rekor Düşüş ve Açığın Boyutu

2023 yılı verileri, kredi kullanımının GSYH’ye oranında son derece dikkat çekici bir açığın oluştuğunu gösteriyor.

Merkez Bankası’nın hesaplamalarına göre, kredi kullanım oranı uzun vadeli trend seviyesinin 23,30 puan altında seyrediyor.

Grafik incelendiğinde, 1997 yılından bu yana Türkiye’de bu denli yüksek bir kredi açığı yaşanmamış olması dikkat çekici.

Önceki yıllarda çoğunlukla kredi kullanımı trendin üzerinde gerçekleşirken, son dönemde yaşanan bu sert düşüş finansal piyasalarda ciddi bir darboğaz olduğunu gösteriyor.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yıllık GSYH verileri ile BDDK’nın toplam kredi verileri geriye dönük analiz edildiğinde, kredi kullanımının zirve yaptığı yılın 2020 olduğu görülüyor.

Bu dönemde kredi kullanımı GSYH’nin yüzde 70,8’ine kadar çıkmıştı. 2020 yılı, Kovid-19 pandemisi nedeniyle açılan destek paketlerinin etkisiyle kredi talebinin ve kullanımının zirve yaptığı bir yıl olarak kayda geçti.

Ancak takip eden yıllarda kredi kullanımı her yıl ortalama 10 puan düşüş göstererek, 2025 Nisan ayı itibarıyla yüzde 37,4 seviyesine geriledi.

Merkez Bankası’nın Kredi-GSYH Açığı Tanımı ve Verilerin Anlamı

Merkez Bankası’nın yayımladığı grafikte, Türkiye’de finans dışı özel sektörün kullandığı toplam kredilerin GSYH’ya oranı, bu oranın uzun vadeli eğilimi ve kredi-GSYH açığı birlikte gösteriliyor. Kredi-GSYH açığı, kredi/GYSH oranı ile bu oranın uzun vadeli eğilimi arasındaki fark olarak tanımlanıyor.

2023 yılının ilk çeyreğinde trend değeri 90,80, toplam kredi kullanımı endeks değeri ise 67,50 olarak hesaplanmış.

Aradaki fark 23,30 puan gibi yüksek bir seviyede. Daha önceki yıllarda bu kadar büyük bir fark gözlenmemiş olması, kredi kullanımının ekonomideki daralmayı yansıtan sert bir düşüş yaşadığını ortaya koyuyor.

BDDK Verileri: 2024 ve 2025’te Kredi Darboğazı Derinleşiyor

Merkez Bankası verilerinin ötesinde, BDDK’nın 2014-2025 dönemini kapsayan toplam kredi verileri de kredi darboğazının büyüdüğünü teyit ediyor.

2014-2021 yılları arasında kredi kullanımı GSYH’ye oranı yıllık ortalama yüzde 64,95 seviyesinde seyrederken, 2022-2025 döneminde bu oran dramatik şekilde düşmüş ve ortalama yüzde 42’ye gerilemiş.

Özellikle 2024’te yüzde 36,6, 2025’te ise yüzde 37,4 seviyesinde gerçekleşen oranlar, finansal piyasadaki sıkışmanın devam ettiğini gösteriyor.

Son dört yılın ortalama kredi kullanım oranı ile önceki sekiz yılın ortalaması arasındaki fark yaklaşık 22,8 puan olarak hesaplanıyor ki, bu da Merkez Bankası’nın açıkladığı kredi açığı verisiyle (23,30 puan) yüksek bir uyum içerisinde.

Kredi Açığı, Ekonomideki Daralmanın İpuçlarını Veriyor

Kredi kullanımının GSYH’ya oranındaki bu derin düşüşten türetilen “kredi açığı” verisi, Türkiye’de finansal kaynakların özel sektöre aktarımında ciddi bir daralma yaşandığını gösteriyor.

2014-2021 döneminde ortalama kredi kullanım oranının yüzde 64,95 olması, büyümenin sürdürülebilmesi için krediye erişimin görece yüksek seviyede olduğunu işaret ediyor.

Ancak 2022-2025 arasında yaşanan ortalama yüzde 42’ye gerileme, kredi darboğazının giderek derinleştiğinin bir başka kanıtı.

İki dönem arasındaki 22,8 puanlık fark, Türkiye ekonomisinin finansman kaynaklarındaki sıkışıklığın uzun yıllardır görülmemiş boyutlarda olduğunu ortaya koyuyor.

Hem Merkez Bankası’nın hem de BDDK’nın verileri, Türkiye’de kredi kullanımı ve ekonomik büyüme arasındaki ilişkiyi net biçimde yansıtıyor.

Kredi-GSYH açığının tarihi seviyelere ulaşması, özel sektörün finansmana erişiminde önemli engeller olduğunu ve ekonomik büyümenin önünde ciddi riskler bulunduğunu gösteriyor.

Bu durum, politika yapıcılar ve ekonomistler için öncelikli olarak kredi piyasalarının canlandırılması ve finansal kaynakların daha etkin dağıtımı yönünde tedbirler alınmasının gerekliliğini ortaya koyuyor.