Asgari ücret enflasyon karşısında eridi

Türkiye’de asgari ücretin belirlenme süreci, son yıllarda yalnızca ekonomik bir tartışma alanı olmaktan çıkmış, aynı zamanda sosyal adalet, gelir dağılımı ve siyasi tercihlerle doğrudan ilişkilendirilen bir mesele hâline gelmiştir.

Asgari ücret enflasyon karşısında eridi

Özellikle seçim dönemleri dışında yapılan asgari ücret artışlarının, çalışanların satın alma gücünü korumakta yetersiz kalması, toplumun geniş kesimlerinde ciddi bir memnuniyetsizlik yaratmaktadır.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Bu tepkinin temelinde ise ücret artışlarının çoğu zaman gerçekleşen enflasyonun gerisinde kalması ve ücretlilerin yaşam maliyetleri karşısında korunamaması yatmaktadır.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Son beş yıllık döneme bakıldığında, asgari ücret artışlarının belirlenmesinde kullanılan kriterlerin tutarlılığı dikkat çekici biçimde sorgulanır hâle gelmiştir.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Bu dönemin üç yılında, ücret artışlarının, bir önceki yılın fiili enflasyon oranına değil, Orta Vadeli Program (OVP) kapsamında açıklanan hedef enflasyon rakamlarına göre belirlendiği görülmektedir.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Ancak söz konusu yıllarda gerçekleşen enflasyon, hedeflenen oranların oldukça üzerinde gerçekleşmiş; bu durum, asgari ücretli çalışanların reel gelirlerinde ciddi kayıplara yol açmıştır.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Başka bir ifadeyle, ücret artışları kağıt üzerinde yapılmış olsa da, hayat pahalılığı karşısında çalışanların alım gücü gerilemiştir.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Özellikle bir önceki yıl gerçekleşen enflasyonun altında kalan asgari ücret artışları, çalışanların ekonomik refahını doğrudan etkilemiştir.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Gıda, barınma, ulaşım ve enerji gibi temel harcama kalemlerinde yaşanan hızlı fiyat artışları karşısında, ücretlilerin gelirleri yetersiz kalmış; bu durum borçlanma oranlarının artmasına ve geçim sıkıntısının derinleşmesine neden olmuştur.

Asgari ücret enflasyonun gölgesinde

Bu bağlamda asgari ücret, yalnızca bir ücret politikası aracı değil, aynı zamanda sosyal devlet anlayışının da bir göstergesi olarak tartışılmaktadır.

Öte yandan, vergi ve harçlara uygulanan yeniden değerleme oranları ile asgari ücret artışları arasındaki fark da dikkat çekici bir başka unsur olarak öne çıkmaktadır.

Yeniden değerleme oranı, vergi, harç ve ceza da yapılacak artışlara esas teşkil ederken, son üç yılda 2026 yılı hariç tutulduğunda bu oranların asgari ücret artışlarının üzerinde gerçekleştiği görülmektedir.

Bu durum, ücretlilerin gelirlerinin sınırlı ölçüde artmasına karşın, devlete ödedikleri vergi ve harçların daha yüksek oranlarda yükselmesi anlamına gelmektedir.

Dolayısıyla çalışanlar, bir yandan artan yaşam maliyetleriyle mücadele ederken, diğer yandan kamuya yaptıkları ödemelerde daha ağır bir yükle karşı karşıya kalmaktadır.

Asgari ücret politikalarının siyasi konjonktürle olan ilişkisi ise en çarpıcı biçimde 2023 yılında kendini göstermiştir.

Cumhurbaşkanlığı seçiminin gerçekleştirildiği bu yıl için OVP’de enflasyon hedefi yüzde 24,9 olarak belirlenmişti.

Ancak yıl sonunda açıklanan veriler, enflasyonun yüzde 64,3 gibi son derece yüksek bir seviyede gerçekleştiğini ortaya koymuştur.

Bu sapma, ekonomi yönetiminin öngörülerinin ne ölçüde isabetli olduğu yönünde ciddi tartışmalara yol açmıştır.

2023 yılı, asgari ücret açısından da istisnai bir dönem olmuştur. Yıl içerisinde iki kez asgari ücret belirlenmiş ve toplam artış oranı yüzde 107,3’e ulaşmıştır.

Bu oran, hem OVP’de yer alan hedef enflasyonun hem de yıl sonunda gerçekleşen enflasyonun üzerinde gerçekleşmiştir.

Böylece asgari ücret, uzun bir aradan sonra ilk kez enflasyon karşısında reel olarak artış göstermiştir. Ancak bu durum, çalışanlar açısından bir kazanım olarak değerlendirilse de, sürdürülebilirliği konusunda soru işaretleri doğurmuştur.

Seçim yılı olması nedeniyle yapılan bu yüksek oranlı artış, kamuoyunda ücret politikalarının ekonomik gerçeklerden ziyade siyasi takvimlere göre şekillendiği yönündeki eleştirileri güçlendirmiştir.

Nitekim seçim sonrası dönemlerde benzer ölçekte artışların yapılmaması, bu eleştirilerin haklılık payını artırmaktadır.

Çalışanlar, seçim dönemlerinde refah payı içeren artışlar yapılırken, diğer yıllarda hedef enflasyona dayalı ve sınırlı artışlarla yetinilmesini adaletsiz bir uygulama olarak görmektedir.

Asgari ücretin belirlenmesinde hedef enflasyonun esas alınması, teorik olarak fiyat istikrarı sağlanan ekonomilerde makul bir yöntem olarak kabul edilebilir.

Ancak Türkiye gibi yüksek ve oynak enflasyonun yaşandığı bir ekonomide, hedef ile gerçekleşme arasındaki farkın bu denli açılması, ücretlilerin korunmasını imkânsız hâle getirmektedir.

Bu nedenle, ücret artışlarının geçmiş enflasyonun telafisini ve refah payını içerecek şekilde düzenlenmesi gerektiği yönündeki talepler giderek artmaktadır.

Türkiye’de asgari ücret politikaları, son yıllarda çalışanlar açısından ciddi bir güven sorunu yaratmıştır. Hedef enflasyona dayalı artışlar, gerçekleşen enflasyonun gerisinde kaldığında, ücretlilerin yaşam standartları hızla düşmektedir.

Buna karşın, vergi ve harç artışlarının daha yüksek oranlarda yapılması, gelir-gider dengesini çalışanlar aleyhine bozmakta ve sosyal adalet tartışmalarını derinleştirmektedir.

2023 yılında yaşanan istisnai artış ise, bu politikaların seçim dönemlerinde değişebildiğini açıkça ortaya koymuştur.

Bu tablo, asgari ücretin belirlenmesinde daha şeffaf, öngörülebilir ve çalışanların alım gücünü gerçek anlamda koruyan bir yaklaşımın gerekliliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.

Son yıllarda Türkiye’de asgari ücret artışları, çalışanların alım gücünü korumakta yetersiz kaldığı gerekçesiyle yoğun biçimde tartışılıyor.

Özellikle seçim dönemleri dışında belirlenen asgari ücret zamlarının, gerçekleşen enflasyon oranlarının gerisinde kalması, düşük gelirli kesimlerin yaşam standartlarını her geçen yıl daha da zorlaştırıyor.

Resmî hedefler ile fiilî ekonomik sonuçlar arasındaki fark büyüdükçe, asgari ücretlilerin reel gelir kaybı daha görünür hale geliyor.

2024’te Yüksek Zam, Kısa Süren Sevinç

2024 yılı için Orta Vadeli Program’da (OVP) enflasyon oranı yüzde 24,9 olarak öngörülmüştü. Bu hedef doğrultusunda, asgari ücrette dikkat çekici bir artışa gidildi ve ücret yüzde 49,1 oranında yükseltilerek 17 bin 2 liraya çıkarıldı.

Açıklanan zam oranı, hedeflenen enflasyonun oldukça üzerinde olduğu için ilk etapta asgari ücretli çalışanlar açısından olumlu bir gelişme olarak karşılandı.

Ancak bu iyimser hava uzun sürmedi. Çünkü yıl sonunda açıklanan gerçekleşen enflasyon oranı, OVP tahminlerinin çok üzerinde oldu.

2023 yılı enflasyonu yüzde 64,8 olarak kayda geçti. Bu oran, asgari ücret artışının yaklaşık 15 puan üzerinde gerçekleşti.

Böylece, kâğıt üzerinde yüksek görünen zam oranı, pratikte asgari ücretlinin satın alma gücünü korumaya yetmedi.

2025’te Benzer Senaryo Tekrarlandı

2025 yılı için hazırlanan OVP’de ise enflasyon hedefi bu kez yüzde 17,5 olarak belirlendi. Buna karşılık asgari ücret artışı yüzde 30 seviyesinde tutuldu. İlk bakışta bu artış da hedeflenen enflasyonun oldukça üzerinde görünüyordu. Ancak yıl ilerledikçe ekonomik göstergeler, hedeflerle uyumsuz bir tablo ortaya koydu.

2024 yılı sonunda açıklanan gerçekleşen enflasyon oranı yüzde 44,4 oldu. Böylece 2025 yılı için belirlenen asgari ücret artışı, bir önceki yılın gerçekleşen enflasyonunun yaklaşık 15 puan altında kaldı.

Bu durum, 2024’te yaşanan tabloyla büyük ölçüde benzerlik gösterdi. İki yıl üst üste asgari ücret artışlarının, geçmiş yıl enflasyonunu telafi edememesi, ücretlilerin reel gelir kaybının kalıcı hale geldiğini ortaya koydu.

2026: Komisyon Tartışmaları ve Görece Yakın Oranlar

2026 yılı asgari ücret süreci ise hem rakamlar hem de yöntem açısından dikkat çekici gelişmelere sahne oldu.

Asgari Ücret Tespit Komisyonu toplantılarına, işçi kesimini temsilen en büyük konfederasyon olan TÜRK-İŞ katılmadı. Bu durum, sürecin meşruiyeti ve sosyal tarafların temsili açısından ciddi eleştirilere yol açtı.

Belirlenen artış oranı bu kez yüzde 27 oldu ve asgari ücret 28 bin 75 liraya yükseltildi. Aynı dönemde, 2026 yılı enflasyonunun yaklaşık yüzde 32 seviyesinde gerçekleşmesi bekleniyor.

Bu tablo, önceki yıllara kıyasla asgari ücret artışının enflasyona daha yakın belirlendiğini gösterse de yine de ücret artışı, beklenen enflasyonun yaklaşık 5 puan altında kaldı. Dolayısıyla asgari ücretlinin alım gücündeki kayıp eğilimi tamamen tersine çevrilemedi.

Yeniden Değerleme Oranı ile Ücret Artışları Arasındaki Uçurum

Asgari ücret artışlarının yalnızca enflasyonla değil, aynı zamanda yeniden değerleme oranı (YDO) ile karşılaştırılması da önemli bir gösterge sunuyor.

Yeniden değerleme oranı; vergi, harç ve cezalardaki artışların belirlenmesinde esas alınıyor ve çoğu zaman gerçekleşen enflasyona yakın ya da onun üzerinde seyrediyor.

Son yıllara bakıldığında, 2026 yılı hariç olmak üzere asgari ücret artışlarının, son üç yılda yeniden değerleme oranının gerisinde kaldığı görülüyor.

Örneğin 2025 yılı için yeniden değerleme oranı yüzde 43,9 olarak belirlenirken, asgari ücret artışı yüzde 30’da kaldı.

Benzer şekilde 2024 yılında yüzde 58,4 olarak açıklanan YDO’ya karşılık, asgari ücret artışı yüzde 49,1 ile sınırlı tutuldu.

2023 Örneği: İki Zam, Yine de Geride

2023 yılı ise istisnai bir yıl olarak öne çıkıyor. Bu dönemde yeniden değerleme oranı yüzde 122,03 gibi oldukça yüksek bir seviyede belirlendi.

Aynı yıl içinde asgari ücrete iki kez zam yapıldı. Toplam artış oranı yüzde 107,3’e ulaştı. Buna rağmen asgari ücret artışı, yeniden değerleme oranının yaklaşık 15 puan altında kaldı. Bu tablo, ücret artışlarının, devletin kendi alacaklarını güncelleme hızına dahi yetişemediğini ortaya koydu.

Reel Gelir Erozyonu Derinleşiyor

Ortaya çıkan bu veriler, asgari ücret politikalarının son yıllarda sistematik biçimde enflasyonun ve yeniden değerleme oranlarının gerisinde kaldığını gösteriyor.

Nominal olarak yüksek görünen zam oranları, yüksek enflasyon ortamında kısa sürede etkisini yitiriyor. Bu durum, özellikle sabit gelirli çalışanlar açısından geçim sıkıntısının kronikleşmesine yol açıyor.

Uzmanlar, asgari ücretin belirlenmesinde yalnızca hedeflenen enflasyonun değil, gerçekleşen enflasyonun ve temel yaşam maliyetlerindeki artışın da dikkate alınması gerektiğini vurguluyor.

Aksi halde, her yıl benzer tartışmaların yaşanması ve asgari ücretlinin reel kayıplarının derinleşmesi kaçınılmaz görünüyor.